Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Av. Arzu Külahcıoğlu Altıntoz
Av. Arzu Külahcıoğlu Altıntoz

Çukuralan Altın Madeni’nde “İptal–Onay” Sarmalı: Hukukun Sınırları, Çevrenin Sesi

İzmir’in kuzeyinde, Kozak Yaylası’nın eteklerinde sessiz bir hukuk mücadelesi sürüyor. Dikili’ye bağlı Çukuralan köyündeki altın madeni, yıllardır sadece doğayı değil, hukukun sınırlarını da zorluyor. Her yeni “ÇED olumlu” kararıyla yeniden açılan davalar, iptaller, bozma kararları… Son olarak Danıştay’ın yerel mahkemenin iptal kararını bozması ve Bakanlığın 25 Şubat 2025’te yeni bir “ÇED olumlu” kararı vermesiyle birlikte, maden bir kez daha ülke gündemine taşındı.

Bu süreç, yalnızca bir çevre meselesi değil; idarenin takdir yetkisi ile yargının denetim gücü arasındaki ince dengeyi de sorgulatan bir tablo ortaya koyuyor.

Bir Davanın Anatomisi

İzmir 4. İdare Mahkemesi 27 Mart 2024’te, madenin kapasite artışı projesine ilişkin “ÇED olumlu” kararını iptal etmişti. Gerekçe açıktı: çevresel etkilerin yeterince değerlendirilmemesi ve bilirkişi raporunun teknik bütünlükten uzak olması. Ancak Danıştay, bu kararı 8 Ocak 2025’te bozdu. Böylece dosya yeniden Bakanlığa döndü ve kısa süre sonra bu kez “kırma-eleme tesisi” için onay çıktı.

Tartışmanın kalbi, bilirkişi keşfinin nasıl yapıldığı meselesinde atıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve çevre örgütleri, bilirkişi heyetinin yeraltı galerilerine girmeden yüzeysel inceleme yaptığını öne sürdü. Oysa madenin en kritik etkisi, yeraltı suyu dinamiklerinde gizli. Bilirkişi raporunun eksikliği, kararların da eksikliğini beraberinde getiriyor.

Su, Toprak ve Kamu Yararı

İZSU, madendeki susuzlaştırma faaliyetlerinin yöredeki doğal su kaynaklarını azaltabileceğini belirtiyor. Tarım alanları ve içme suyu açısından bu riskler “kamu yararı” kavramını yeniden düşündürüyor. Anayasa’nın 56. maddesi, çevrenin korunmasını devletin ve vatandaşın ortak görevi olarak tanımlar. İzmir halkının çıkarı, yalnız bugünün değil yarının suyunu, havasını, toprağını korumaktan geçer.

Çukuralan Altın Madeni davası, Türkiye’deki çevre hukuku ve idari yargı süreçlerinin dinamiklerini gözler önüne seren tipik bir örnektir. İdarenin “ÇED olumlu” kararları ile yargının bu kararları iptal etmesi arasındaki döngü, idarenin takdir yetkisinin sınırlarını ve yargı denetiminin etkinliğini sorgulatmaktadır. Özellikle bilirkişi keşfinin ve raporunun niteliği, davanın seyrini doğrudan etkileyen temel bir hukuki sorundur. Yeraltı suyu dinamikleri gibi kritik çevresel etkilerin yeterince incelenmemesi, bilirkişi raporunun teknik bütünlüğünü zedeleyebilir ve dolayısıyla yargı kararlarının hukuki sağlamlığını tartışmalı hale getirebilir.

Anayasa’nın 56. maddesi ve Çevre Kanunu’nun 10. maddesi, çevrenin korunmasını temel bir hak ve ödev olarak tanımlarken, İYUK ise bu hak ve ödevin yargısal denetimini düzenler. Bu bağlamda, maden faaliyetlerinin yöre halkının su ve tarım gibi temel ihtiyaçlarını tehdit etmesi, “kamu yararı” ilkesi açısından ciddi hukuki sorunlar yaratmaktadır. Yargının, idarenin takdir yetkisini kullanırken kamu yararını ve çevresel sürdürülebilirliği ne ölçüde gözettiğini denetlemesi, hukukun üstünlüğü ve çevre adaleti açısından büyük önem taşımaktadır.

Arzu’nun Notu

Bu davanın hukuki açıdan daha sağlıklı bir zemine oturabilmesi için, özellikle bilirkişi incelemelerinin kapsamlı, bilimsel ve şeffaf bir şekilde yapılması, yeraltı suyu dinamikleri gibi kritik çevresel etkilerin detaylı olarak değerlendirilmesi ve bu değerlendirmelerin raporlara eksiksiz yansıtılması gerekmektedir. Aksi takdirde, “iptal-onay” sarmalı devam edecek ve hukuki belirsizlikler ile çevresel riskler süregidecektir. İzmir, bilimin ve vicdanın şehri olarak bu sınavı da başarı ve dayanışma ile geçecektir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER