Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Av. Arzu Külahcıoğlu Altıntoz
Av. Arzu Külahcıoğlu Altıntoz

25 Kasım: Bu Ülkenin Adalet Defterindeki En Koyu Sayfa

Türkiye’de kadına yönelik şiddet, bireysel bir saldırıdan ibaret değildir; devletin, kurumların ve hukukun birlikte verdiği bir sınavdır. Ve ne yazık ki, bu sınavın sonuçları her gün bir kadın mezar taşı olarak karşımıza çıkıyor.

Bir kadın olarak, bir anne olarak ve bir avukat olarak şunu apaçık görüyorum:
Bu ülkede kadınlar sadece şiddetin failiyle değil, adaletin yavaşlığıyla, uygulanmayan yasalarla ve eksik devlet mekanizmasıyla da mücadele ediyor.

Her 25 Kasım, bir takvim yaprağı olmaktan çıkalı çok oldu.
Bugün, Türkiye’nin adalet sistemine tuttuğumuz bir aynadır.

Devletin Koruma Yükümlülüğü Raflarda Kalmamalı

Anayasa’nın 17. maddesi yaşam hakkını; 10. maddesi eşitliği güvence altına alıyor.
6284 sayılı Kanun, devlete açık bir görev veriyor: Koruyacaksın.

Fakat sahada gördüklerimiz, dosyalarda okuduklarımız bambaşka bir gerçeğe işaret ediyor:
– Geciken uzaklaştırma kararları,
– Uygulanmayan koruma tedbirleri,
– Tedbir ihlallerinde yaptırım eksiklikleri,
– “Aile içi mesele” diyerek küçümsenen şikayetler,
– Aylarca tamamlanmayan soruşturmalar…

Pek çok kadın, koruma talep ettiği halde korunamadığı için öldürüldü. Bazıları uzaklaştırma kararının uygulanmasını beklerken hayattan koparıldı. Devletin koruma mekanizması çalışmadığında, sonuç hep aynı oluyor: Geri dönülemeyen kayıplar.

Adaletin Yavaş İşlemesi, Şiddetin Sessiz Ortağıdır

Hukukun temel ilkesi nettir: Geciken adalet, adalet değildir.
Kadına yönelik şiddet dosyalarında ise geciken adalet, çoğu zaman ölüm demektir.

Bir avukat olarak defalarca şahit oldum:
– “Risk analizi” yapılmadan geçiştirilen başvurular,
– Fail hakkında verilmesi gereken adli kontrol kararlarının ertelenmesi,
– Soruşturmaların rutin işlemler arasında kaybolması,
– Bir kadının defalarca başvurduğu halde ciddiye alınmaması…

Bu ülkenin kadınları sadece şiddetten değil, sistemin ağır işleyişinden de zarar görüyor. Bu yüzden kadın cinayetlerinin her biri, aynı zamanda bir insan hakları ihlalidir.

Değişim Yasada Değil, Uygulamada Başlar: İstanbul Sözleşmesi’nin Ruhu Yaşamalıdır

Bugün artık sorun yasa eksikliği değildir.
6284 sayılı Kanun güçlüdür; uluslararası normlarımız güçlüdür.
Asıl mesele uygulamanın zayıflığıdır.

Bu noktada İstanbul Sözleşmesi’nin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
Sözleşme, kadına yönelik şiddetle mücadelede devlete net yükümlülükler getiriyordu:
– Şiddeti önlemek,
– Kadını korumak,
– Faili cezalandırmak,
– Risk değerlendirmesini bilimsel yöntemle yapmak,
– Kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak.

Sözleşmeden çekilmiş olmak, bu standartların gerekliliğini ortadan kaldırmıyor.
Aksine, Türkiye’nin bugün yaşadığı tablo, İstanbul Sözleşmesi’nin koruma mekanizmalarının ne kadar hayati olduğunu acı biçimde gösteriyor.

Yapılması gereken; siyasetin ötesinde, bu standartları yaşatmaktır.
Kadınların yaşam hakkı, ideolojik tartışmaların konusu değildir; devletin bağlayıcı yükümlülüğüdür.

Bir Anne Olarak Sorduğum En Ağır Soru

Bir anne olarak, kızımın bir gün bana “Anne, kadınlar neden kendini güvende hissetmiyor?” diye sormasından endişe ediyorum.
Bu sorunun cevabını hukukçu kimliğimle bile vermekte zorlanıyorum.

Çünkü gerçek şu:
Türkiye’de kadınların yaşam hakkı hâlâ tam anlamıyla korunamıyor.

Son Söz: Bu Ülke Kadınlarını Koruyabildiği Gün Güçlenecek

Kadına yönelik şiddet, bu ülkenin adalet terazisindeki en ağır kırılmadır.
Devlet, kadınların yaşam hakkını korumak için gereken tüm mekanizmaları hızla, etkin ve eksiksiz şekilde hayata geçirmek zorundadır.

Bugün 25 Kasım…
Bir yas günü değil, bir yüzleşme günüdür.

Ve sorumuz nettir:
Devlet, kadınların yaşam hakkını korumak için üzerine düşeni gerçekten yapıyor mu?

Ben bir kadın avukat, bir anne ve bu ülkenin vicdanına seslenen bir yurttaş olarak bu soruyu sormaya, yazmaya ve takip etmeye devam edeceğim.
Çünkü kadınların yaşam hakkı bir istatistik değil; hukukun ve insanlığın en temel ölçüsüdür.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER