İzmir 2020’li yılların ilk yarısında oldukça zor sayılabilecek bir dönemden geçiyor. Kent, 2020 yılında üç büyük felaket yaşadı. Yılın başından itibaren tüm dünyada olduğu gibi pandeminin kıskacına hapsolmuşken, yılın sonuna doğru 30 Ekim 2020 tarihinde neredeyse 80 yıldır yaşanmamış büyüklükte bir deprem şehri vurdu ve bu depremde 117 kişi hayatını kaybederken 1000’i aşkın kişi yaralandı. Depremden 10.000’e yakın bina etkilendi. 30 Ekim depremi, birçok kişinin yaşadığı binaya olan güvenini temelinden sarstı. “Acaba benim bina da riskli mi?” kaygısı hâlâ çok yaygın. Yeniden imar süreci, ekonomik kriz ve yüksek maliyetler nedeniyle toparlanmaya yönelik çalışmalar aksadıkça bu güvensizlik duygusu kalıcılaştı. Depremden bir buçuk ay sonra ise 14 Aralık 2020 tarihinde büyük bir sel felaketi meydana geldi. Bu felakette de can ve mal kayıpları ile İzmir sarsıldı.
Bu felaketlerden sonra sahneyi orman yangınları aldı. 2024 yılının ağustos ayının ortasında İzmir’in ilçelerinde orman yangınları patlak verdi. Bu gözler o günlerde hayatının en büyük çevre felaketini gördü. Evimin balkonundan Yamanlar dağının cayır cayır yanışı seyretmek hiçbir şekilde unutamayacağım büyük acı veren bir olaydı. Felaket bu yıl haziran ayı sonunda yeniden yaşandı. Yine İzmir’in ilçelerinde büyük orman yangınları meydana geldi.
Geçen yıl ve bu yıl sırtımızı dayadığımız dağların ormanları küle dönüşürken karşımızdaki körfez balık ölümlerine sahne oldu. Bu felaket körfezdeki kirlenmenin önüne geçilmesi için yeterli çalışma yapılmamasının bir sonucu olarak yaşandı.
Körfezdeki balık ölümleri ve orman yangınları, İzmirlilerin doğayla kurduğu bağda derin bir yara açtı. İzmir’de doğa hep kimliğin bir parçasıydı; bu nedenle ormanların yanışı, körfezdeki balık ölümleri sadece çevresel değil, varoluşsal bir kayıp gibi hissedildi.
Son beş yılda İzmir’deki belediyeler genel ekonomik koşulların etkisiyle artan maliyetler, enflasyon, yönetim hataları gibi nedenlerle mali disiplinlerini korumada, çalışanların maaşlarını ödemekte, çöp toplamak gibi temel hizmetleri bile finanse etme konusunda zorluklar yaşamaya başladılar. Bu zorluklar Belediyelerin ana muhalefet partisi CHP tarafından yönetiliyor olması, iktidar tarafından dışlanmaları ve baskı görmeleri nedeniyle daha da ağırlaştı.
İzmir için şoke edici bir başka gelişme de İzmir Büyükşehir Belediyesi iştiraki İZBETON A.Ş’de, taşeron şirketler eliyle yolsuzluk yapıldığı iddiası üzerine açılan ve İzmir Büyükşehir Belediyesi önceki dönem Başkanı ile, CHP İzmir İl Başkanı’nın da aralarında bulunduğu 65 sanığın yargılandığı bir davanın açılması oldu. İzmir halkı uzun süredir muhalefet tarafından yönetilmenin getirdiği baskıları çok daha açık bir şekilde hissetti.
Yaz sonuna doğru problemlere bir yenisi eklendi: “Su sıkıntısı”. Belediyelerin finansal darboğazı, hizmetlerdeki aksamalar, kent sakinlerinin yaşam kalitesini olumsuz etkilemekteydi. Çöplerin toplanamaması, yolların bozulması, trafik yoğunluğu gibi sorunlara uyum sağlamaya çalışan İzmir halkı şimdi de su kesintilerine uyum sağlamaya çalışıyor.
Olağanüstü dönemde olağanüstü dayanışma
İzmir, yaşanan zorluklara rağmen dayanışmanın ön plana çıktığı bir şehir. 30 Ekim 2020’de yaşanan büyük depremde, resmi ekipler bölgeye ulaşmadan önce mahalle sakinleri arama-kurtarma çalışmalarına katıldı, yiyecek ve barınma desteği sağladı. “Biz İzmir” platformu ve mahalle inisiyatifleri, afetzedelerin ihtiyaçlarını hızla karşılamak için organize oldu.
Pandemi döneminde de İzmir’in dayanışma refleksi çok ilginçti. STK’lar, yaşlılar ve diğer dezavantajlı gruplar için alışveriş ve maske desteği sağladı, hastanelere tıbbi malzeme ulaştırdı. Sosyal medya üzerinden örgütlenen gönüllü ağlar, ihtiyaçların hızlı bir şekilde paylaşılmasını ve koordinasyonunu mümkün kıldı.
Orman yangınları döneminde ise halk ve yerel işletmeler, sahadaki ekiplerin su, yiyecek ve konaklama ihtiyaçlarını karşılamak için seferber oldu. Yanan ormanlar karşısında oluşan çaresizliğe rağmen, İzmirli gönüllüler sahaya çıkarak lojistik destek sağladı ve yangın bölgelerindeki insanlar için hayatı kolaylaştırdı.
Bu örnekler, İzmir’in yalnızca doğal afetler karşısında değil, ekonomik ve çevresel krizler karşısında da toplumsal direncini koruduğunu ve örgütlenme kapasitesinin güçlü olduğunu ortaya koyuyor.
İzmir’in geleceği için iş birliği şart
İzmir Türkiye’nin en önemli şehirlerinden biri. İktidar, ya da merkezi otorite İzmir’i sadece muhalif bir şehir olarak görmemeli. İzmir sadece muhalif bir şehir değil. Ekonomik büyüklüğü, stratejik konumu, kültürel zenginliği, eğitim altyapısı ve sosyal dinamizmi ile Türkiye’nin kalkınmasında önemli bir rol üstleniyor. İktidarın şehri bu sorunlar karşısında yüzüstü bırakması, karşıdan çırpınmasını seyretmesi akıllıca olmaz. Diğer yandan, İzmir’in seçilmiş yerel yönetimleri de daha akılcı, şeffaf, hesap verebilir, izah edilebilir politikalar geliştirmek zorundalar. Özellikle belediyelerin seçmenin kendilerine sadece yaşam tarzını koruma endişesi ile değil şehri yönetmedeki yetkinliklerine olan inançları ile de oy vermesini sağlayacak bir çalışma tarzı geliştirmeleri gerekir.
Merkezi yönetim (hükümet) ve belediyeler, İzmir gibi afetlere yatkın, hızlı büyüyen bir şehri ele alırken, siyasi rekabeti bir kenara bırakıp iş birliğine odaklanmalı. Son yıllardaki deprem, sel, yangın ve mali krizler, tek taraflı çabaların yetersiz kaldığını gösterdi. Özellikle 2020 depremi sonrası kentsel dönüşümün yavaşlaması veya orman yangınlarında koordinasyon eksiklikleri dikkat çekti.
Doğa, ekonomi ve siyaset İzmir’e aynı anda yüklendi ve şehri yaraladı. Bununla birlikte İzmir geçmişte bunlardan çok daha büyük sorunlarla sınanmış ama ayakta kalabilmiş bir şehir. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler, siyasi hesapları bir kenara bırakıp ortak akılla hareket ettiğinde, bu olağanüstü dönemden daha güçlü, daha dirençli ve daha umut dolu bir İzmir doğabilir.

YORUMLAR