Emekli olduktan sonra İzmir’e 2017 yılında yerleştiğimde herkes gibi ben de bu kentin sakinliğinin, düzeninin ve yaşam kalitesinin keyfini çıkardım. İlk yıllar gerçekten de İzmir, yaşam kalitesi yüksek ve çekici bir şehirdi. Ege bölgesinin huzuru, kent kültürünün zenginliği ve yaşamın nispeten yavaş temposu, uzun yılların yorgunluğunu unutturan bir atmosfer sunuyordu. Ancak 2020 yılında başlayan pandemi, ekonomik dalgalanmalar ve birbirini izleyen doğa olayları kentin ne kadar kırılgan olabileceğini hepimize gösterdi. Covid-19’un yarattığı olağanüstü dönem daha sona ermeden 30 Ekim depremi yaşandı; bu felaketin etkileri hâlâ hafızalarımızda. Sonrasında sel baskınları, çöp krizleri, orman yangınları, kuraklık ve su kesintileri gündelik yaşamın bir parçası haline geldi. Bugün 2026’ya yaklaşırken, benzer risklerin yeniden kapıda olduğunu söylemek için kâhin olmak gerekmiyor.
İzmir’in riskleri artık katmanlı bir bütün oluşturuyor. Bir zamanlar deprem İzmir’in karşısındaki tek bir tehdit gibi gözüküyordu. Şimdi ise deprem, İzmir’in tek riski olmaktan çıktı. İklim değişikliğiyle büyüyen kuraklık günlük su kesintileri ile daha görünür bir risk haline geldi. Barajların çoğunun doluluk seviyeleri yüzde sıfır civarında. (Örneğin; Balçova ve Gördes %0, Tahtalı %0,80) ve su yönetimi gittikçe daha büyük bir soru işaretine dönüşüyor. Buna karşın ani ve kuvvetli yağışlarla ortaya çıkan sel ve taşkın riski, özellikle altyapısı yetersiz bölgelerde etkili oluyor. Geçen Ekim ayı sonlarında Foça’da yaşananlar bu konunun hassasiyetini yeniden gündeme getirdi. Elektrik kesintileri, gittikçe yoğunlaşan, taşıt sayısının 2 milyona çıkmasıyla daha da tıkanan trafik, yaz aylarında yoğunlaşan sıcak hava dalgalarının yarattığı sağlık tehditleri ve günlük 5500 ton civarında çıkan çöpün yönetimi sorunları da tabloyu tamamlıyor. Bu nedenle 2026 yalnızca sıradan bir takvim yılı değil; aynı zamanda İzmir’in dayanıklılık kapasitesinin test edileceği kritik bir yıl.
Kamu Kurumları, hane halkları ve firmalar hazırlıklı olmalı
Tam da bu nedenle, İzmir’in tüm kurumlarının rollerini net biçimde tanımlaması gerekiyor. Merkezi yönetimin taşra teşkilatlarından yerel yönetimlere, özel sektörden vatandaşlara kadar uzanan geniş bir sorumluluk ağı var. Geçmiş yıllara bakıldığında bu sorumluluk ağının en zayıf noktasının koordinasyon olduğu açıkça görülüyor. İzmir’in 2026 sınavını başarıyla verebilmesi için merkezi yönetim ile mahalli idarelerin aynı masada, aynı verilerle ve aynı risk algısıyla daha koordineli bir biçimde hareket etmesi artık hayati önem taşıyor. Ne deprem ne kuraklık ne de sel riski tek bir kurumun üstüne yıkılabilecek türden tehditlerdir. Kurumlar arası eşgüdümün zayıf olduğu bir ortamda küçük risklerin büyümesi, büyük risklerin ise felakete dönüşmesi doğaldır.
Merkezi yönetimin önceliği, İzmir’e özgü çoklu risk senaryolarını hazırlamak ve bunları kamuoyuna açık hale getirmeye devam etmek. Özellikle DSİ, AFAD, Meteoroloji ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının birimlerinin yerel yönetimlerle birlikte hareket etmesi çok önemli. Su kaynaklarının iyi yönetilmesi 2026’ya yönelik kritik başlıklardan. Ayrıca kritik altyapıların –enerji hatlarının, limanın, otoyol bağlantıları ve şehir trafiğinin afet anında çalışabilirliğinin değerlendirilmesi şart.
Belediyelerin görevi ise riskler karşısında kentsel hizmetlerin sürekliliğini güvence altına almaktır. Çöp toplama krizinin tekrar etmemesi için atık yönetim kapasitesinin güçlendirilmesi, yağmur suyu hatlarının bakımının zamanında yapılması, dere yataklarının ıslahı ve taşkın risk bölgeleri için tetikte olmak gerekiyor. Su tasarrufunun artırılmasına yönelik olarak su dağıtım sistemlerinin geliştirilmesi ve kayıp-kaçakların azaltılmasına yönelik çalışmaların ilerlemesi gerekiyor. Bu çerçevede, birkaç gün önce İZSU’nun kayıp kaçak oranlarının yüzde 26.8’den yüzde 25’e çekildiğinin duyurması umut verici bir haber oldu. Diğer yandan, Belediyeler ve bağlı şirketlerin mali yapılarının güçlendirilmesi, hizmet kalitesinin devamı açısından kritik önem taşıyor; bu nedenle mali tabloyu güçlendirecek adımların atılması ve bu alandaki gelişmelerin kamuoyu ile paylaşılması gerekiyor.
Vatandaşlar da bu hazırlığın ayrılmaz bir parçası. Afet çantası hazırlamak, aile acil durum planı yapmak, kısa süreli enerji ve su kesintilerine karşı basit önlemler almak gibi küçük adımlar kentin genel dayanıklılığını ciddi biçimde artırır. Unutulmamalıdır ki büyük kentleri ayakta tutan yalnızca kurumların kapasitesi değil, aynı zamanda bireylerin bilinç düzeyidir. Bu açıdan İzmir’in avantajlı olduğu söylenebilir.
İş dünyası için ise 2026 önemli bir başka stres testi olabilir. Özellikle KOBİ’lerin kriz durumunda tedarik zinciri kırılmalarına karşı plan yapmaları, veri yedekleme sistemlerini güçlendirmeleri, sigorta poliçelerini gözden geçirmeleri ve kriz dönemlerinde sürdürülebilir operasyon için iş sürekliliği planları hazırlamaları gerekiyor.
Sonuç olarak İzmir, riskleri ciddiye aldığı ve koordineli hareket ettiği takdirde 2026’yı yalnızca zor bir yıl olarak değil, dayanıklılık kapasitesini güçlendirdiği bir zaman dilimi olarak görebilir. İzmir’in potansiyeli güçlüdür. Bu potansiyeli kullanır, bilime dayanan stratejik hazırlıklarla destekleyebilirse 2026 sınavını başarı ile geçebilir. Aksi takdirde, bu sınavı dersi çalışmadan geçmek mümkün değil.

YORUMLAR